ISBN: 978-9944-0824-4-0

EKİM 2011 / Avrupa Birliği Bakanı - Başmüzakereci Sayın Egemen BAĞIŞ'ın Mesajı, Proje Açılış Töreni, İstanbul-Türkiye

Değerli Katılımcılar,

1959'da rahmetli Adnan Menderes'in başlattığı AB üyelik sürecimizde, bu projeyi Cumhuriyetin kuruluşundan sonraki en önemli çağdaşlaşma projesi olarak değerlendiren ve sürecin de en önemli mimarlarından olan Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde önemli mesafeler katettik.

Halkımızın her alanda Avrupa Birliği standartlarına ulaşması için kararlılıkla yürüttüğümüz AB sürecimize yerelde sahip çıkılması şüphesiz çok önemlidir. Bugün açılış toplantısı yapılan “Kültürel Miras Sektöründe Değişim İçin Bir Deneyim” projesi de AB sürecimize toplumumuzun tüm kesimlerinin dahil olduğunun açık bir göstergesidir. Bu anlamda önemli bir görev üstlenmiş olan Kültürel Mirasın Dostları Derneği’ne Türkiye’nin AB yolculuğundaki katkılarından dolayı çok teşekkür ediyorum.

Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecine verdiğimiz önemin bir gereği olarak kurulan AB Bakanlığının bundan sonra da her zaman yanınızda olacağını bilmenizi istiyor, tüm çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Egemen BAĞIŞ
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci

(Sayın Bakanın fotoğrafı resmi web sitesinden alınmıştır. http://egemenbagis.com/tr/foto-galeri)

EKİM 2011, “PROJE AÇILIŞ KONUŞMASI” Makbule OKAT, AB İşleri Uzmanı, T. C. Avrupa Birliği Bakanlığı - İstanbul Ofisi

TÜRKİYE & AB SİVİL TOPLUM DİYALOĞU-II PROJESİ KÜLTÜR VE SANAT HİBE PROGRAMI KAPSAMINDA DESTEKLENEN
KÜLTÜREL MİRASIN DOSTLARI DERNEĞİ
“KÜLTÜREL MİRAS SEKTÖRÜNDE DEĞİŞİM İÇİN BİR DENEYİM”
AÇILIŞ TOPLANTISI, 13 EKİM 2011
TÜRVAK SİNEMA MÜZESİ, TAKSİM/İSTANBUL

Sayın Ürdün Parlamentosu Milletvekili
Sayın İtalyan Kültür Ateşesi,
Çok Değerli Basın Mensupları,
Kıymetli Katılımcılar,

• Bugün burada sözlerime, Kültürel Mirasın Dostları Derneğinin, Sivil Toplum Diyaloğu-II Hibe Programı Kültür ve Sanat' bileşeni altında finanse edilen “Kültürel Miras Sektöründe Değişim için Bir Deneyim” açılış toplantısında Avrupa Birliği Bakanlığı Bakanı ve Başmüzakereci Sayın Egemen BAĞIŞ’ın kutlama mesajıyla başlamak istiyorum.

Değerli Katılımcılar,

1959'da rahmetli Adnan Menderes'in başlattığı AB üyelik sürecimizde, bu projeyi Cumhuriyetin kuruluşundan sonraki en önemli çağdaşlaşma projesi olarak değerlendiren ve sürecin de en önemli mimarlarından olan Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde önemli mesafeler katettik.

Halkımızın her alanda Avrupa Birliği standartlarına ulaşması için kararlılıkla yürüttüğümüz AB sürecimize yerelde sahip çıkılması şüphesiz çok önemlidir. Bugün açılış toplantısı yapılan “Kültürel Miras Sektöründe Değişim İçin Bir Deneyim” projesi de AB sürecimize toplumumuzun tüm kesimlerinin dahil olduğunun açık bir göstergesidir. Bu anlamda önemli bir görev üstlenmiş olan Kültürel Mirasın Dostları Derneği’ne Türkiye’nin AB yolculuğundaki katkılarından dolayı çok teşekkür ediyorum.

Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecine verdiğimiz önemin bir gereği olarak kurulan AB Bakanlığının bundan sonra da her zaman yanınızda olacağını bilmenizi istiyor, tüm çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Egemen BAĞIŞ
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci

Değerli Konuklar,

• Türkiye’de AB üyeliği güçlü bir şekilde desteklenmekle birlikte, kamuoyunun AB’nin işleyişi, kuralları, politikaları ve de kültürüne ilişkin bilgileri hala istenilen düzeyde değil.

• Türkiye’de de, AB’de de, ülkemizin AB üyeliğine yönelik yersiz kaygılar ve karşılıklı önyargılar olduğunu üzülerek görüyoruz.

• Avrupa Birliği üyelik hedefine giden yolda katılım sürecinin üç temel ayağından birini oluşturan Sivil Toplum Diyaloğu, AB toplumunu ve Türk toplumunu birbirine yaklaştırarak işte bu ön yargıları bertaraf etmek amacını taşıyor.

• Bu amaç doğrultusunda Türkiye’ye sağlanan Katılım Öncesi Mali Yardım kapsamında, Bakanlığımızca “Avrupa Birliği ve Türkiye Arasındaki Sivil Toplum Diyalogunun Geliştirilmesi”ne yönelik projeler gerçekleştiriliyor.

• Bu alandaki en kapsamlı projelerden biri olan Türkiye ve AB Sivil Toplum Diyaloğu Projesi’nin birincisi 2009 yılında tamamlandı.

• Bu proje kapsamında, Türkiye’de sivil toplumun bel kemiğini oluşturan çok sayıda belediye, meslek örgütü, üniversite ve gençlik girişimleri tarafından hazırlanan 119 hibe projesine yaklaşık 20 milyon Avro destek sağlandı.

• Bu projenin devamı niteliğinde olan “Türkiye ve AB Sivil Toplum Diyaloğu-II Projesi”nin genel amacı Türkiye’deki aktörler ile Avrupa’daki muadilleri arasında iletişim köprüleri inşa etmek ve iletişimin güçlenmesini sağlamak.

• Türkiye ve AB Sivil Toplum Diyaloğu-II Hibe Programı “Kültür-Sanat ve Tarım Balıkçılık” bileşenlerinden oluşuyor.

• Kültür ve Sanat Hibe Programının amacı, Avrupa Birliği ve aday ülkeler ile kültürel alanda işbirliği oluşturmak, bu alanda faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri arasında kurulan ortaklıkları desteklemek ve sürdürülebilir işbirliği ve diyalog ortamını geliştirmektir. Bu program ile aynı zamanda AB ve Türkiye sivil toplumu arasında tecrübe ve bilgi paylaşımının sağlanması, ilişkilerin güçlendirilmesi, AB’de ve Türkiye’de karşılıklı anlayışın geliştirilmesi de hedeflenmektedir.

• Program kapsamında Türkiye ve Avrupa Birliği üyesi ülkelerde kültür ve sanat alanında faaliyet gösteren çeşitli sivil toplum kuruluşlarından gelen 19 projeye yaklaşık 2.2 Milyon Euro hibe finansmanı sağlanmaktadır. Türk ve AB üyesi ülkelerdeki sivil toplum kuruluşlarınca ortaklaşa yürütülecek olan bu projelerin uygulama süreleri 10 ile 15 ay arasında değişmektedir.

• Kültür ve Sanat Hibe Programı çerçevesinde pek çok amaca hizmet eden projeler karikatürden sokak sanatlarına, müzikten mimariye, halk danslarından el sanatlarına kadar modern ve geleneksel sanatın pek çok alanında çok renkli faaliyetleri içermektedir. Bu faaliyetlerin hedefi, kültür ve sanatın en güzel motifleriyle yer aldığı çok çeşitli organizasyonlarla Türk ve Avrupalı vatandaşların birbirlerini daha yakından tanımalarını ve anlamalarını sağlamaktır.

• Bu bileşen altındaki projelerin faaliyetleri, Türkiye'nin çeşitli illerinde ve Fransa, İtalya, İspanya, Macaristan, Yunanistan ve İsveç gibi AB üye ülkelerindeki farklı şehirlerde, STK’ların katılımları ile gerçekleştirilecektir.

• Kültürel Mirasın Dostları Derneğinin son derece çekişmeli bir proje değerlendirme sürecini geride bırakarak, yarattığı farklılık ile 274 projenin arasından sıyrılıp finansman almaya hak kazandıklarını ayrıca hatırlatmak isterim.

• Bir başka konuda daha kazandıkları başarının da altını çizmek gerekirse, bu da Kültürel Mirasın Dostları Derneğinin Kültürel Mirasın korunması gibi sürekli çaba gerektiren zor bir konuda bu konunun taraflarını oluşturan kurum ve kişilerle ve AB’den bu konuyla ilgili faaliyet gösteren ortakları, WATCH ile etkili bir iletişim ortamı meydana getirmiş olmalarıdır.

• Takdir edersiniz ki, derneğin, proje ekibinin, bu konuda gösterdiği çaba, en az projenin hazırlanması kadar emek ve mesai isteyen zahmetli bir uğraş.

• Kültürel Mirasın Dostları Derneğine, yerel ve İtalyan ortakları ile iştirakçilerine böylesine zorlu bir alanda bile diyalog ortamı oluşturarak projelerini gerçekleştirdikleri için teşekkür ederiz.

Sonuç olarak,

• Projenin amaçları doğrultusunda, “Türkiye & AB Sivil Toplum Diyaloğu-II” projesinin, Türkiye’deki sivil toplum ile AB’de bulunan muhatapları arasındaki ortak bilgi, diyalog ve uzun vadeli işbirliğini güçlendireceğine inanıyor ve Kültürel Mirasın Dostları Derneği’ne bu anlamdaki katkılarından dolayı ayrıca teşekkür ederiz.

  

“PERA’DA İKİ KALAS - BİR HEVES: TİYATRO”

İstanbul geçmişi ve bugünü ile her yeri tarih, kültür ve sanat kokan bir dünya kenti. Bin küsur yıllık bir metropol; Bizans dönemleri dahil, görkemli gösterilerin, antik tragedyaların sergilendiği bir sanat merkezi... Ama biz bildiğimiz anlamda klasik tiyatrolarla 18. yüzyılda karşılaşıyoruz. Bu bağlamda ilk olarak özellikle Beyoğlu'nda iki önemli tiyatrodan söz etmeden olmaz. Biri bugünkü Elhamra Sineması'nın bulunduğu yerdeki Fransız Tiyatrosu. Bir at nalı formunda üstüste dizilmiş altı katta her biri sekizer kişilik 26 locadan oluşan altın varak ve kadifelerle süslü şık bir salon. Giustiniani adlı bir Cenevizli tarafından açılan bu tiyatro, girişinin yekpare cam olması nedeniyle Kristal Saray (Palais de Cristal) diye de bilinir. Fransız toplulukları, geçici Türk kumpanyaları nice temsiller verirler burada... Beyoğlu'nda diğer bir önemli avangard tiyatro, Naum Tiyatrosu... Bosco adlı bir İtalyan'ın yaptırdığı, daha sonra Naum Efendi tarafından devralınan bu ahşap tiyatro 1847'de yanar, yerine yeni bir bina yapılır. Saray'dan da destek gördüğü için bir anlamda İmparatorluk Tiyatrosu ismiyle de anılır. Galatasaray Lisesi'nin hemen karşısında, şimdiki Sahne Sokağı'nın sağ köşesinde yer alan Naum Tiyatrosu, çoğunlukla İtalyan lirik topluluklarının yanı sıra, bale ve gözbağcılık etkinliklerine de tanıklık eder; sonunda 1870'te Beyoğlu'nu kül eden yangında yok olur. Ama Beyoğlu, özelliklerini kolay yitiren bir semt değil. Üretken, doğurgan ve devinimli bir merkez. Ya da bir başka deyimle "tiyatrolar yanmakla tükenmez" de diyebiliriz. Örnek mi ?.. Rumeli Tiyatrosu (1861), Alcazar de Byzance veya Şark Tiyatrosu (1864), Anadolu Tiyatrosu (1867) gibi oluşumlar varlıklarını ve sanatsal etkinliklerini sürdürürler. Pera'nın en önemli tiyatrolarından biri de, bugünkü Saint Antoine Kilisesi'nin bulunduğu yerde 1871'de açılan Concordia. Yazlık ve kışlık salonlarında yüzlerce temsil verilen bu nezih salon 1906'da yıktırılır ve yerini Saint Antoine Kilisesi alır. Beyoğlu'nun diğer önemli tiyatrolarına gelince... Tepebaşı'nda Meşrutiyet Caddesi'nde yer alan iki salon var ki, bunlar yıllarca İstanbul tiyatroseverlerinin değişmez mekanını oluşturur. Darülbedayi Dram ve Komedi Tiyatroları olarak da başarılı hizmetler veren bu iki tiyatrodan biri 1971'de iki kez yakılır. Şimdi yerinde beton bir otopark vardır.

Bunlara ek olarak Tünel'deki Tekke Tiyatrosu'nu, Taksim Talimhane'deki Croissant Tiyatrosu'nu sayabiliriz. Çeşitli Türk toplulukları bu salonlarda tiyatro tutkunları ile buluşur... Yine Beyoğlu'nda, Ağa Camii yanındaki eski sirk 1871'de Elhamra Tiyatrosu adıyla açılır. Salon 1884'te Odeon Tiyatrosu ismini alır. Bu salonda da Güllü Agop'un Osmanlı Tiyatrosu bir çok temsil verir. Günümüzde bu önemli mekan Lüks Sineması olarak işletilmekte. Halep Çarşısı'ndaki tiyatro ise önceleri Théâtre - Cirque de Pera, daha sonra Varyete Tiyatrosu adıyla icra-i sanat eyler. Cumhuriyet döneminde ise Ses Tiyatrosu ve Dormen Tiyatrosu'na ev sahipliği yapar. Halen Ferhan Şensoy - Ortaoyuncular'ın sürekli sahnesidir. Cumhuriyet döneminin önemli teatral mekanlarından birini mutlaka gündeme getirmek gerekli. Yapı-Kredi'nin Beyoğlu'na kazandırdığı bu salonun adı Küçük Sahne. Ama adıyla mütenasip olmayan, gerçekten büyük bir sanat merkezi. Cumhuriyetimizin en parlak özel toplulukları burada sahne alır. Dormen Tiyatrosu, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Topluluğu, Ulvi Uraz Tiyatrosu, Mücap Ofluoğlu Tiyatrosu, Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu ve günümüzde Sadri Alışık Tiyatrosu toplumumuza tiyatro sevgisini bu salonda sergiledikleri birbirinden güzel oyunlarla yansıtır. 1955'te açılan Muammer Karaca Tiyatrosu, Sıraselviler'deki Arena, İstiklal Caddesi'nde sıralanan Oraloğlu, Gen-Ar, Tünel'deki Dostlar Tiyatrosu, Taksim Devekuşu Kabare ve diğerleri Beyoğlu'nun zengin ve görkemli tiyatro tarihini oluşturur. Geçmiş dönemlerde yalnız Beyoğlu değil, Galata'nın da tiyatro etkinliği açısından yoğun bir önemi vardır. Bu tarihi semtte 1882'de yanana kadar Apollon ve Ahali Tiyatroları'nda Türk, Rum ve İtalyan toplulukları oyunlarını sergilerler. Alkazar Tiyatrosu ise neredeyse Güllü Agop Osmanlı Tiyatrosu'nun nöbetçi mekanıdır. Bu tiyatroların yanı sıra daha çok mim oyunlarının sergilendiği Kuşlu Tiyatro, Abdürrezzak Topluluğu'nun oynadığı Amerika Tiyatrosu, Hamdi Topluluğu'nun oynadığı Avrupa Tiyatro'ları Galata'nın ünlü salonlarını oluşturur... Günümüz rant geleneğinin tam tersine İstanbul "bi-mislü baha" her semtiyle, kültüre, sanata kucak açmış bir kent olma özelliğini taşır.

1867'de Gedikpaşa'da yaptırılan ve bu semtin adıyla tanınmış Gedikpaşa Tiyatrosu, bir süre sonra ad değiştirip Osmanlı Tiyatrosu ismiyle anılır ve Güllü Agop Kumpanyası'nın yönetimine geçer... Neredeyse her semtte en az bir kumpanyanın yer aldığı tiyatrolar saymakla bitmez... Aksaray Hamdi Efendi Tiyatrosu, Beyazıt'ta 800 kişilik Çuhacıyan Tiyatrosu, yine Güllü Agop'un Üsküdar Aziziye Tiyatrosu, Üsküdar Horhor'da Yeni Tiyatro, Kadıköy Kuşdili'nde Papazın Bahçesi, Kadıköy Kışlık Tiyatro, Şehzadebaşı Dilkuşa Tiyatrosu, Pangaltı Varyete Tiyatrosu ve daha niceleri yakın tarihimizde İstanbul - Tiyatro ilişkisinin ne denli sıcak ve yoğun bir atmosfere sahip olduğunun canlı tanığıdır... İstanbul Şehzadebaşı ya da bilinen ünlü adıyla Direklerarası'nı oluşturan Ferah, Hilâl, Millet ve Turan tiyatrolarını sırası gelmişken analım. Özellikle Turan Tiyatrosu günümüzün en gözde komedi topluluklarından Nejat Uygur Tiyatrosu'na uzun süre evsahipliği yapar. Kadıköy'de Süreyya Paşa'nın Muhlis Sabahattin'in Çocukları Halk Opereti, Beyoğlu Ses Opereti, Sururîler'in İstanbul Tiyatrosu, Cumuhuriyet döneminin coşkulu, renkli tiyatrolarıdır. Şehr-emaneti'nden ödenekli tiyatrolarımız ise, Darülbedayi ve sonrası Şehir Tiyatroları'nın sürekli sahnelerini oluşturur. Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi, Üsküdar Musahipzade Celal Sahnesi, Zeyrek Fatih Sahnesi ve Kadıköy Haldun Taner Sahnesi, yıllar boyu İstanbul'un her iki yakasında sanatseverleri tiyatro ile buluşturur. Elbette ki Devlet Tiyatroları'nın İstanbul sahneleri de bu bağlamda gündeme gelecektir. Taksim Meydanı'nda tüm görkemiyle yer alan Atatürk Kültür Merkezi (AKM Sahnesi) ve yine Taksim Venüs Sahnesi gibi salonlar halen bize tiyatronun yalnızca "iki kalas bir heves"ten oluşmadığını kanıtlar. Tiyatro sinema gibi bir düş perdesi değildir... Tiyatro televizyon gibi hayal satan cam bir illüzyon duvarı da değildir. Tiyatro insanı insanla buluşturan, ona ayna tutan, karşılıklı, sıcak ve birebir iletişim sağlayan özgün ve büyüleyici bir atmosferdir. O yüzden bu bitmeyen sevda, doğurgan bir doğa gibi sürekli yeni ortamlar, yeni mekanlar üretir; İstanbul'un sanata açlığını bu salonlarla karşılar.

Tıpkı Gedikpaşa'daki Gönül Ülkü - Gazanfer Özcan Topluluğu'nun oynadığı Azak Tiyatrosu, Altan Erbulak'ın Kocamustafapaşa Çevre Tiyatrosu, Nisa Serezli - Tolga Aşkıner'in Şişli Ümit Tiyatrosu, Ergun Köknar - Suna Pekuysal'ın Üsküdar Sunar Tiyatrosu, Kadıköy'de Sezer Sezin, Tevfik Gelenbe, Müjdat Gezen ve Kenan Büke ve Enis Fosforoğlu tiyatroları, Teşvikiye Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları, Aksaray Köşebaşı Tuncay Özinel Tiyatrosu, Egemen Bostancı Elmadağ Şan Tiyatrosu ve burada adlarını sayamadığımız onlarca tiyatro salonu gibi...

Bugün bu salonlardan bazıları yerlerinde değil... Bazıları birçok nedenlerle perde indirmiş durumda... Bazılarının yerlerini sanatla ilgisiz rant alanları kaplamış... Ama o ateş, o gönülleri yakıp kavuran tiyatro yangını sonsuza dek sürecek. Yeni salonlar, yeni topluluklar, yeni seyirciler... Bu ateş asla sönmeyecek. Çünkü İstanbul bunu istiyor... Bunu hak ediyor... Bunu bekliyor... Her semtiyle, "her sengine cihan mülkü feda" her mekanı ve atmosferiyle...

Yazar: Erol ŞENEL, Türker İnanoğlu Vakfı (TÜRVAK) - Sinema Televizyon Müzesi ve Kitaplığı Müdürü, İstanbul-Türkiye http://www.turvak.com.tr/
(16 Temmuz 2011 tarihli onayı ile yayınlanmıştır)

“İSTANBUL ve SİNEMA”

1890 ile 1895 yılları arasında sinematografi alanındaki rekabetten Fransız Louis ve Auguste Lumiere Kardeşler galip çıktı. Cinématographe, 22 Aralık 1895'de Paris'teki Grand Café'nin bodrum katında seyircisi ile ilk defa tanıştı. Çok kısa sürede ilgi çekerek hızla tüm dünyaya yayılmaya başladı. Birçok ülkeden birçok kişi bu aygıta sahip olmak için yarışa girdi. Bu kişilerden biri de istanbul'un tanınmış fotoğrafçılarından Theodore Vafiadis'ti. Lumière Kardeşler'in elinde yalnızca ilk gösteride kullandıkları tek bir aygıt olduğu için onu da göndermeleri olanaksızdı. Lumière Kardeşler, aleti değil ama çok kısa bir süre sonra kendi yetiştirdikleri operatörü istanbul'a gönderdiler. Bu operatörler gittikleri yerlerde yalnızca film göstermiyorlar, aynı zamanda film de çekiyorlardı. Fakat o dönemlerde istanbul'da çekim izni almak çok zordu. Yeniliklere kuşku ile yaklaşan Padişah II.Abdülhamid, "elektrik ve manivelalı aygıt" lara duyduğu antipatiden dolayı sinemaya sıcak bakmadı. Yabancı sinemacıların ülkemizde çekim yapmalarını bile ferman ile yasakladı. Oysa ki aynı kişi fotoğrafçılığın ülkemizde gelişmesine ve yaygınlaşmasına ne kadar çok çaba göstermişti.

Sinema da tıpkı fotoğrafçılık gibi ülkemizde seyircisi ile ilk defa saraylarda ve konaklarda buluştu.

Lumière Kardeşler dünya pazarını Charles Pathé'ye kaptırdığında Pathé'nin ünlü amblemi horoz 1897'de artık Türkiye'de de tanınıyordu. Türkiye temsilcisi Romanya uyruklu Polonya Yahudisi Sigmund Weinberg, sinemayı sarayın dışına çıkararak halkla buluşturma misyonunu üstlendi. Weinberg elindeki aygıt ve filmler ile gösteri yapacak bir mekan ararken gazetelerde bir ilan yayınlandı: Sponeck Salonu istanbul'da ilk hareketli gösterim, tarih: 12 Aralık 1896. İşte bu tarih hala günümüzde bile tartışılmaktadır. Bu ilk gösteriyi Weinberg mi gerçekleştirdi, yoksa D. Hanri mi? Sponeck Birahanesi'ndeki bu ilk gösteriden sonra Sigmund Weinberg harekete geçti ve şimdiki Saint-Antoine de Padoue kilisesinin bulunduğu yerdeki Concordia eğlence yerinde sinema gösterileri yaptı. Daha sonraları sinemanın büyük ilgi görmesi üzerine sinemayı, Pera'dan istanbul yakasına taşıdı. Önce Fevziye Kıraathanesi'nde başlayan gösteriler daha sonra yerleşik sinema salonu haline getirilen 1914 Emperyal, 1915'de Milli, 1919'da Güneş ve daha sonraları Melek ve Türk Sineması'nda devam etti. 2. Meşrutiyet'in ilanından sonra sinema alanında olumlu gelişmeler yaşandı. Weinberg ilk yerleşik sinema salonunu Tepebaşı'nda Şehir Tiyatrosu'nun Eski Komedi Bölümü olan yerde Pathé (1908) adıyla açtı. Büyük ilgi gören bu girişim, kısa sürede çığ gibi büyüdü. Pathé Sineması 1916'da Belediye, 1919'da Anfi, 1924'de Asrî, 1941'de Ses Sineması adlarını alarak uzun süre sinema salonu olarak kullanıldı. Weinberg sinema gösterilerine okullarda da devam etmeye başladı: İstanbul Sultanisi'nde dahiliye memurluğu yapan Fuat Uzkınay sinemayı öğrencilere tanıtmak ve sevdirmek için harekete geçti. Aynı okulda öğretmenlik yapan Şakir Seden'le birlikte film seçmek ve gösteri düzenlemek görevini üstlendi. Üstün ikna kabiliyetine sahip Fuat Uzkınay, Weinberg'i ikna ederek sinema aygıtını kullanmayı öğrendi. Daha sonra da Şakir Seden ile ağabeyi Kemal Seden'i de ikna ederek sinemayı okulun dışına çıkartıp halka açık yerleşik bir sinema salonu kurarak işletmeciliğe başladı.

Seden kardeşler 1914'de istanbul yakasının en ünlü lokantasının sahibi Ali Efendi'nin yeğenleriydi. 6 Temmuz 1914'de Seden Kardeşler tarafından ikna edilen Ali Efendi, Sirkeci'de Musul Oteli'nin altındaki şekerci dükkanının yerinde Ali Efendi Sineması'nın açılmasına izin verdi.

Fuat Bey ve Seden Kardeşler sinema çalışmalarına devam ederken beklenmedik bir olay oldu. 28 Ağustos 1914'de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Sırbistan'a savaş açınca Osmanlı Devleti de Almanya ile gizli bir ittifak yapmak zorunda kaldı. Seferberlik ilan edildi ve Fuat Uzkınay da askere alındı. Halk arasında "93 Harbi" diye bilinen 1876-77 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Yeşilköy'de dikilen anıtın halkın üzerinde kışkırtıcı duygular uyandırması, artık anıtın yıkılmasını adeta kaçınılmaz kıldı. Anıtın yıkılacağı önceden bilindiği için böylesine önemli bir olayın belgelenmesi gerekliliği düşünüldü. Fakat herkes anıtın yıkılışını bir Türk'ün filme almasını istiyordu. Sonunda vatani görevini yapan Fuat Uzkınay bulundu. Çok kısa bir sürede alıcının kullanılmasını öğrenen Fuat Bey, ilk Türk fimi olan "Ayastefanos'taki Rus Abidesi'nin Yıkılışı"nı 14 Kasım 1914'de, 150 metrelik bir uzunlukta çekti.

1914 yılından önce çekilen ilk Türk Filmi 28 Temmuz 1905'de Yıldız Camii'nin ikinci selamlığında gerçekleşti. Bu filmin kimin tarafından çekildiği bilinmemektedir. Bundan sonra bir başka çalışma da 1911 yılında Makedonya'lı sinema ve fotoğraf sanatçıları Yanaki ve Milton Manaki Kardeşler tarafından gerçekleştirildi. V. Sultan Mehmet Reşat'ın Selanik ve Manastır ziyaretini konu alan bu film, şu anda Makedonya Film Arşivi'nde bulunmaktadır. 1914'ten önce çekilen bir diğer film ise 1913'teki Hamidiye Kruvazörü'nün filmidir. Fakat bu filmin de kimin tarafından çekildiği bilinmemektedir. 1914'lerde Türkiye'de bir sinema vardır ve bir seyirci yetişmektedir. Sinemayla ilgilenmeye başlayan birkaç da Türk vardır. Fuat Uzkınay, Cevat Boyer, Şakir ve Kemal Seden ve sinemada ustalığını ve uzmanlığını esirgemeyen Sigmund Weinberg'tir.

Sinemanın Türkiye'ye girişini kısaca anlattık, aslında sinema Türkiye'ye değil, istanbul'un yalnızca bir semtine, Beyoğlu'na ondokuzuncu yüzyılın başındaki adı ile Pera'ya girmişti. Seyircilerin çoğunluğunu ya Levanten'ler ya da Pera'nın yabancı uyrukluları oluşturmaktaydı. İstanbul'da sinema 1914'e kadar Beyoğlu'nda merkezleşmişti. Türkiye'de ilk yerleşik sinema 1908 yılında Sigmund Weinberg tarafından Tepebaşı'nda Şehir Tiyatrosu'nun Eski Komedi Bölümü olan yerde açılan Pathé sinemasıydı. Ardından sırayla Orientaux (1911), Central (1912), İdeal (1912), Lion (1913), Gaumont (1913), Amerikan (1913), Parlant (1913) adlı sinema salonları açıldı. 1908 Ramazan'ı için azınlıklardan Psihuli kardeşler, Vezneciler'de istanbul Tiyatrosu'nu kiraladılar. 1910'da Weinberg, Şehzadebaşı'nda gösteriler düzenledi, aynı yıllarda Kadıköy'de Apolion, Kuşdili'nde Kuşdili, Ortaköy'de Taş Merdiven, Büyük Ada'da İskele Meydanı sinemaları açıldı.

Türkler tarafından işletilen ilk yerleşik sinema salonu 19 Mart 1919 günü Murat Bey ile Cevat Boyer'in açtıkları Milli Sinema'dır. Aynı yılın 6 Temmuz'unda Seden Kardeşler ile Fuat Uzkınay'ın Sirkeci'de açtıkları Ali Efendi Sineması ve daha sonra da Demirkapı'da açtıkları Kemal Bey sinemalarıdır.Beyoğlu ve çevresinde açılan bu sinema salonlarından sonra başta İzmir, Trabzon, Selanik olmak üzere diğer Anadolu kentlerinde de sinema salonları açılmaya başladı. İstanbul'da sinema salonu olarak tasarlanıp yapılan ilk bina Sıraselviler'deki Majik Sineması'dır. 1920 yılına kadar açılan bütün sinemalar kahve, kıraathane, tiyatro gibi binalara yapılan değişikliklerle açılmıştır. Fakat 1920'de açılan Majik Sineması, en baştan sinema olarak tasarlanmıştır. 60'lı yıllarda ise sinemanın adı önce Yeni Taksim, daha sonra da Venüs olmuştur. Beyoğlu'nun iki yanını kuşatan sinemalar her zaman görkemli olmamıştır. Geçmişte adını "Artistik" bugün ise "Rüya" olarak bildiğimiz sinema salonu ise, işte bu gösterişsiz sinema salonlarının en belirgin örneğidir. Bir Elhamra, Lale, Saray, Melek kadar gösterişli olmasa bile yine de bir çok iddialı filme ev sahipliği yapmış ve onları sinemaseverler ile kucaklaştırmış bir sinema salonudur. Sinema salonları yalnızca filmlerin izlendiği sıradan mekanlar değillerdir. Sinemaya gitmek, bir alışkanlıktır. Adeta topluca gerçekleştirilen ibadetler gibi, kimi zaman unutulmaz filmleri, unutulmaz mekanlarda izlemenin insanın belleğinde bıraktığı derin izleri bir ömür boyu asla silemezsiniz. Örneğin "İrlandalı Kız" filmini, Emek Sineması'nda, ya da "Doctor Jivago" filmini Kadıköy Süreyya Sineması'nda izlemek gibi.

Günümüzde sadece eski sinemaları anarak "Ne güzeldi o günler!" diyerek iç geçirmeyelim. Kaybolan değerlerimize sahip çıkalım. "Nasılsa DVD'si çıkar ya da televizyonda seyrederiz" diye beklemeyelim. Çünkü sinemaya gitmek bir gelenektir, kültürdür; hatta sinema seyircisi olmak da bir sevda işidir. Biz sevdamızdan vazgeçmeyelim ...

Yazar: Nurcan KURAN, Türker İnanoğlu Şirketler Grubu Kurumsal İletişim Koordinatörü http://www.turvak.com.tr/
(16.07.2011 tarihli onay ile)